
Çok uzun yıllar yeme bozukluğu ile mücadele eden Yeme Bozuklukları Koçu İrem Wlazlo, mimarlık eğitimi almasına rağmen, yaşadığı bu zorlu süreci atlatması sonrasında tüm enerjisini yeme bozukluğu yaşan bireylere yöneltti. Amacı bu sorunu yaşayan her bireye ulaşabildiği kadar ulaşıp onların yanında olmak. İrem Wlazlo Yeme Bozuklukları Koçu
“Bedenler özel, kutsal bir şey olmaktan çıkıp sanki bir teşhir objesiymiş gibi sergilenip, yargılanıyor. Diyet kültürü, “ideal beden” tanımını daraltarak, bireyleri sürekli olarak kilo vermeye, bedenlerini değiştirmeye ve bunu başaramadıklarında kendilerini yetersiz hissetmeye yönlendiriyor.”
Röportaj: Banu Çelik

İrem Wlazlo She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Haziran 2025
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? İrem Wlazlo kimdir, bugüne kadar neler yaptı ve şu an hangi alanlarda çalışıyor?
İstanbul’da doğdum büyüdüm. İtalyan Lisesinden 2000 yılında mezun olduktan sonra mimarlık okumak için İtalya’ya gittim. Şimdi eşim olan sevgilim Amerikalı olunca İtalya’da başladığım mimarlık eğitimimi New York’ta tamamladım. Mimar oldum ama okurken de çalışırken de hiç tutkuyla yapmadım. Sanki kariyer olarak hep bir arayış içindeydim. Hayatın beni buraya getireceğini, yeme bozukluğu koçluğu yapacağımı hiç hayal etmemiştim. Ama hayat işte. Şimdi hayatımın misyonunu bulmuş gibiyim. Pazartesi oldu diye stres olmadığım, tatile çıktığımda bile danışanlarımla iletişimi koparmak istemediğim, çok sevdiğim bir işim, bir amacım var. Şimdi iki çocuğum, puppyim spot ve sevgilim ile New York’ta yaşıyorum.
Yeme bozukluklarıyla çalışmaya nasıl karar verdiniz? Bu alana yönelmenizde sizi etkileyen kişisel bir deneyiminiz oldu mu?
Çok uzun süre yeme bozukluğu yaşadım. Lise yıllarında başlayan ve 20 sene kadar süren bir kâbusun içindeydim. İlk yıllarda bunun çözmem gereken bir hastalık olduğunu anlamamıştım. Anladığımda da kendi kendime çözemeyeceğim kadar büyük bir düğümün içindeydim. Bu problemi büyük utanç ve yalnızlık içinde yaşadım. Sanki bir tek bende varmış ve benim hatammış gibi kimseyle paylaşamadım. Sevgilim, ailem, en yakın arkadaşlarım, kimse bilmiyordu.
Her güne ben” bu işi çözeceğim, bugün bozuk yeme davranışlarında bulunmayacağım” diye kendime söz vererek başlıyor ama akşam saatlerinde yine kendime verdiğim sözleri unutup büyük lokmaları yutarak bitiyordum. Sağlığımızı çok kötü etkilediği gibi, psikolojik olarak da taşıması çok büyük bir yük. Yeme bozukluğu yolculuğumun sonuna doğru problemi sevgilimle paylaştım ve yardım almaya başladım. İnanın ben iyileşebileceğimi hiç sanmıyordum.
Ama iyileşip hayata başka bir açıdan bakabildiğimde, kafamın içinin ‘’yedin-yemedin-ne yiyeceksin-ne kadar yiyeceksin-kahretsin gene çok yedin battı balık yan gider’’ sesleriyle dolu olmadığında ve yaratıcılığa yer açıldığında yeme bozukluğu eğitimi alıp bu illetten çeken herkese yardımcı olmak istediğimi biliyordum.
Önce Dr Sears Institute’den beslenme koçluğu eğitimi aldım. Daha sonra Institute of Integrative Nutrition (IIN) dan bütüncül sağlık ve beslenme koçluğu eğitimi aldım. Bunun üstüne gene IIN den duygusal yeme psikolojisi, Harvard dan Body Dysmorphia eğitimi, en son olarak da Amerika’nın yeme bozukluğu tedavi ve eğitimde en iyi ekollerinden biri olan Carolyn Costin Institute (CCI) den 18 aylık Yeme Bozukluğu Uzman Koçluğu eğitimini tamamladım. Bu lisans bana yeme bozukluklarında yatılı tedavi veren kliniklerde de çalışabilme imkânı veriyor.
Yeme bozukluğu sanki yabancı bir dil gibi. Ben bu dili ne yazık ki çok küçük yaşlarda öğrendim. Şimdi kendim o dili konuşmasam da anlatılanı çok iyi anlayıp danışanlarımla sıcak bir iletişim kurabiliyorum. Yani bir zamanlar bana beddua gibi gelen hastalığımı şimdi başka canları, hayatları iyileştirmek için kullanıyorum.

İrem Wlazlo She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Haziran 2025
“Antidietfoody” ismiyle sosyal medyada ve web sitenizde yürüttüğünüz yaklaşım nedir? Bu felsefenin çıkış noktası neydi?
Yeme bozuklukları hakkında farkındalığı arttırmayı, halkı bilinçlendirmeyi amaçlıyorum. Yeme bozuklukları son derece ciddi mental bozukluklardır. Sanılanın aksine yeme bozuklukları çekenlerin %6’ sından azı tıbbi olarak olması gerekenden az kilolarda. Geri kalan %94 normal veya üstü kilolarda. Anoreksiya bütün mental hastalıkların arasında 2. en yüksek ölüm oranına sahip. Her 52 dakikada bir yeme bozuklukları çeken biri hayatını kaybediyor. Durum böyle olduğu halde çoğu kişi utanç duyduğu için veya bilgi eksikliğinden bunu gizli tutmaya çalışıyor ve yardım almıyor, alamıyor.
Yeme bozukluklarının en sık göz ardı edilen belirtileri nelerdir? Toplumda farkındalık eksikliği yaşandığını düşündüğünüz alanlar var mı?
Aslında yeme bozukluklarının bir sürü belirtileri olsa da biz toplumda bunları irade göstergesi ve alkışlanacak bir şey gibi gördüğümüzden pek önemsemiyoruz. Hatta yeme bozukluğu davranışı gösterenlere hayranlık ve gıpta ile bakılıyor. Sağlıklı, dinç olmak ile yeme bozukluklarına sahip olmak birbiriyle karıştırılıyor sanki.
Mesela; kilo takıntısı, aşırı egzersiz yapmak, yemek saatleri, içerikleri, pişiriliş biçimleri hakkında aşırı kontrolcü olmak, çoğu kişi için başarı ve disiplin göstergesi olarak kabul edilse de aslında yeme bozukluğu çeken bireyler için aşırı zorlayıcı oluyor. Planlar, programlar, seyahatler hep yeme bozukluğunun izin verdiği daracık çerçeveler içerisinde planlanıyor. Ya da çoğu zaman iptal ediliyor. Düşünsenize üniversitedesiniz, kimsenin bilmediği gizli bir yeme bozukluğu yaşıyorsunuz ve arkadaşlarınızla tatil planı yapmaya çalışıyorsunuz. Bir sürü kişi için dört gözle beklenen bir tatil sizin için tam bir kâbus oluyor.
Bilinmedik yiyecekler, rutinlerden çıkma, nerde nasıl egzersiz yapacağını planlayamamak, yanında tartısı olmayacağı için kilo takibi yapamamak hepsi aşırı anksiyeteye neden olur. Ve sonuç olarak yeme bozukluğu çeken kişi çoğu zaman yapılan planlara katılamaz, katılsa eğlenemez, eğlense suçluluk ve utanç hisseder. Beynimizin bize kurduğu parmaklıklar arasında yaşamak gibi adeta yeme bozukluklarıyla yaşamaya çalışmak. Çok zor. Ama bütün bu egzersiz, aşırı kontrollü yeme, kilo takıntılı olma gibi belirtiler toplum tarafından ‘ah keşke senin iraden bende olsa’ gibi de yanlış algılanabiliyor maalesef.

İrem Wlazlo She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Haziran 2025
Toplumda Farkındalık Eksikliği Yaşandığını Düşündüğüm Alanlar İse:
Yeme bozukluklarının yalnızca kadınlarda görülmediği
– Yeme bozuklukları sadece kadınları etkileyen bir problem değildir. Erkekler, non-binary bireyler ve LGBTQ+ topluluğu da yeme bozukluklarından etkilenebilir. Şişmanfobi (fatphobia) ve diyet kültürünün etkisi
– Toplumda zayıflık övülürken, şişman bedenler damgalanıyor. Bu durum, birçok kişinin yeme bozukluğu geliştirmesine zemin hazırlıyor.
Erişkinlerde ve yaşlılarda yeme bozukluklarının varlığı
– gençlik hastalığı gibi algılansa da her yaş grubunda görülebilir. Benim danışanlarımın yaş ortalaması 40’lı yaşlardır diye düşünüyorum.
Dikkat Çekecek Kadar Zayıf Olmayınca Ciddi Bir Yeme Bozukluğunun Olmadığının Düşünülmesi:
Daha önce de belirttiğim gibi yeme bozuklukları çeken bireylerin sadece %6’sı tıbbi olarak olması gerekenden az kilolarda. Geri kalan %94’lük kesimin ciddi bir problemi olmadığı düşünülse de bu gerçekten çok yanlış. Hatta binge eating dediğimiz yeme atakları yeme bozukluklarının en sık görülenleri arasına girebilir.
Diyet kültürü sizce bireylerin yeme davranışlarını ve beden algısını nasıl etkiliyor?
Diyet kültürü hayatımızın her yerinde. Televizyonda, sosyal medyada, iş yerinde, sınıfta, arkadaş toplantılarında. Özellikle Türk toplumunda sohbet konularının ana konu başlıklarından bir tanesi. Kim ne yiyor ne içiyor, kim kilo vermiş, kim almış, kim spora başlamış, kim kendini ‘yaymış’ bu konuşuluyor. Kilo alanlar acımasızca yargılanırken, kilo verenlerin başarısı kutlanıyor. Bedenler özel, kutsal bir şey olmaktan çıkıp sanki bir teşhir objesiymiş gibi sergilenip, yargılanıyor.
Diyet kültürü, “ideal beden” tanımını daraltarak, bireyleri sürekli olarak kilo vermeye, bedenlerini değiştirmeye ve bunu başaramadıklarında kendilerini yetersiz hissetmeye yönlendiriyor. Bu baskı, özellikle genç bireylerde beden memnuniyetsizliği, düşük özsaygı ve kontrolsüz yeme atakları gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Yeme, artık sadece fiziksel açlığı gidermekten çıkıyor; duygusal boşlukları doldurma, stresi yönetme veya toplumsal kabul görme aracına dönüşüyor.
Kısıtlayıcı diyetler kısa vadede sonuç verse de uzun vadede yeme bozukluklarının en büyük tetikleyicilerinden biri olabiliyor. Bedenin doğal açlık-tokluk sinyallerini bastırmak, -meli, -malı larla yemek yemek, bedenle iletişimi koparıyor ve bireyi suçluluk, kontrolsüz yeme ve yeniden kısıtlama sarmalına iten bir süreci başlatıyor. Yeme bozuklukları koçu olarak benim yaklaşımım, bireyin bedenine karşı daha şefkatli, bütünsel ve sezgisel bir bakış geliştirmesine destek olmak. Yeme davranışlarını düzeltmenin ilk adımı, diyet kültüründen özgürleşerek, bedeni düşman değil, bir ortak olarak görmeyi öğrenmek.

İrem Wlazlo She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Haziran 2025
Size başvuran danışanlar genelde hangi duygusal ihtiyaçlarla geliyor? En çok hangi noktada zorlanıyorlar?
Bana başvuran danışanlar, aslında sadece yemekle ilgili bir sorun yaşadıklarını düşünerek geliyorlar. Ancak biraz derinleştiğimizde görüyoruz ki, işin özünde çoğunlukla duygusal bir boşluk, görülmeme hissi ve kontrol ihtiyacı ve mükemmeliyetçilik var. Yeme bozukluğu çoğu zaman bir semptom; altta yatan duygusal ihtiyaçları karşılamanın bir yolu.
En Çok Karşılaştığım Duygusal İhtiyaçları Şöyle Sıralayabilirim:
Kontrol Arayışı: Hayatlarının diğer alanlarında kontrolü kaybettiklerini hisseden bireyler, yeme davranışları üzerinden bir güç duygusu elde etmeye çalışıyor. “En azından ne yiyeceğimi ben seçiyorum,” ya da “bedenimi kontrol altında tutabiliyorum” düşüncesi sık karşılaştığım ifadelerden biri.
Görülme ve Anlaşılma İsteği: “Kimse beni gerçekten anlamıyor” diyen danışanlar, bedenleriyle ya da yeme davranışlarıyla dikkat çekmeye çalışabiliyorlar. Bu bilinçli bir çaba değil; çoğu zaman fark etmeden gelişen bir hayatta kalma stratejisi.
Duygularla Baş Etme Güçlüğü: Üzüntü, öfke, yalnızlık, kaygı gibi duygularla başa çıkmakta zorlanan bireyler, bu duyguları bastırmak ya da uyuşturmak için yeme davranışına yöneliyor. Özellikle tıkınırcasına yeme ataklarının altında bu duygusal fırtınalar yatıyor.
Ancak Zayıf Olursam Sevilmeyi Hak Ederim: “Yeterince iyi değilim”, “Değersizim”, “Ancak zayıf olursam sevilirim” gibi inançlar, birçok danışanın öz benliğini derinden etkiliyor. Bu da bedeni kontrol ederek kendini kanıtlama çabasına dönüşüyor.
En Çok Zorlandıkları Noktalar:
Duygularını tanımakta ve ifade etmekte:
Çoğu danışan, duygularıyla nasıl temas kuracağını bilmiyor. Yemek, duyguların yerine geçmiş bir “dil” olmuş durumda. Bu dili çözüp yerine duygusal farkındalık koymak zaman alıyor. En zorlandığım nokta günlük tutma, yazma alışkanlığını oturtmaya çalışmak. Nedense duygularımızla baş başa kalmaktan çok korkuyoruz. Duyguları deşifre etmek bünyeye zor geliyor.
Bedenlerini olduğu haliyle kabul etmekte:
Beden algısı ile ilgili sapmalar çok yaygın. Aynaya baktıklarında gördükleri şey, nesnel bir beden değil; değersizlik hissinin bir yansıması oluyor. Bu nedenle bedenle barışmak, en uzun süren ve hassas ilerleyen kısımlardan biri.
Toplum baskısından uzaklaşmakta: Zayıflığın övüldüğü, diyet kültürünün hâkim olduğu bir dünyada, iyileşme süreci sık sık dışsal tetikleyicilerle sekteye uğrayabiliyor. Özellikle sosyal medyada bedenlerle ilgili karşılaştırmalar ciddi bir zorlanma yaratıyor.
Kahvaltı alışkanlığı elde etmekte:
Kahvaltıyı atlamak, hafif bir öğle yemeği ile gün geçirip ‘kalori tasarrufu yapmak’ çok yaygın. Kahvaltı alışkanlığını tekrardan oturtabilmemiz baya zaman alıyor. Yeme bozukluklarının ardındaki hikâyeleri duydukça anlıyoruz ki; mesele yalnızca yemek değil, kendini sevmeyi öğrenmek, duygularla güvenli bir bağ kurmak ve bedeni bir düşman değil, yoldaş olarak görmek meselesi. İyileşme, bir diyet listesiyle değil; şefkatle, anlayışla ve sabırla örülmüş bir içsel yolculukla başlıyor.

İrem Wlazlo She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Haziran 2025
“Yasaksız beslenme” kavramını nasıl tanımlarsınız? Bu anlayış yeme bozukluklarının iyileşme sürecinde nasıl bir rol oynuyor?
Yasaksız yeme kavramı bana hep ‘bir çocuk gibi yemeyi hatırlatıyor. Yani bedenin ne zaman, neye ihtiyacı varsa karmaşık hesaplar yapmadan, 1 gün önce yediklerini, ya da 3 gün sonra yiyeceklerini hesaba katmadan yemek yiyebilmek. Eğer kısıtlama ve diyet geçmişin yoksa ben bedenin her aş erdiği yiyeceğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kendimde de birebir gördüm, iyileşen danışanlarımda da görüyorum ki kendimize yasaksız, kuralsız, saatsiz yemek yeme izni verince vücut kendini dengeliyor.
Yani, yeri geliyor canın baklava çekiyor, yeri geliyor güzel sirkeli, zeytinyağlı rengarenk bir salata istiyor. Yeri geliyor hamburger istiyor, yeri geliyor ızgara balık istiyor. Ama işte, bu güvenin oturabilmesi için önce cesaretimizi toplayıp kendimize ‘korkulu’ yiyeceklerden yeme izni vermemiz gerekiyor. Bana gelen çoğu kişiden duyduğum şey “İrem Hanım, ben onu yemeye başlarsam duramam”, evet duramazsın.
Çünkü geçmişinde çok kısıtlamışsın, onu öcü gibi görmüşsün. O yüzden ilk yemeye başladığımız dönemlerde biraz fazla kaçırmak ‘overeating’ yapmak normal. Ama inanın sonra nötrleşiyorsun. Hiçbir yemek seni korkutmuyor, ya da aşırı heyecanlandırmıyor. Yasak olmadığını, her zaman yiyebileceğini bilip bolluk bereket zihniyetine giriyorsun.
Sosyal medya özellikle genç kadınların beden algısını nasıl etkiliyor? Bu konuda ailelere ya da eğitmenlere düşen görevler neler olabilir?
Sosyal medya kötülemesi yapmak istemiyorum. Çünkü insanın olduğu her yerde olduğu gibi sosyal medyada da eğitici, öğretici profiller, son derece toksik ve yaralayıcı profiller de yer alıyor. Ama genelleme yapacak olursak sosyal medya platformlarında dolaşan içeriklerin büyük kısmı, özenle seçilmiş, çoğu zaman filtreli karelerden oluşuyor.
Bu realisttik olmayan ‘ideal” görseller, çoğu zaman gerçek insan bedenlerinin çeşitliliğini yansıtmıyor. Özellikle ergenlik çağındaki bir çocuk, ya da genç bir kadın bu görselleri tekrar tekrar gördüğünde, kendi bedenini ‘yetersiz’ ya da ‘uygunsuz’ olarak algılayabiliyor. Bu algı, yeme davranışlarını manipüle etme eğilimine yol açabiliyor: Daha az yeme, aşırı egzersiz yapma, ya da yemek sonrası suçluluk gibi belirtiler bu sürecin parçası olabiliyor. Ebeveynler ve eğitmenler koruyucu bir kalkan oluşturmada kritik role sahipler.
Doğru rehberlikle, genç bireylerin bu platformlardan zarar görmek yerine, bilinçli takipçiler olarak kendi bedenlerine saygı duymaları sağlanabilir. Bunu yaparken aileler ve eğitimciler öncelikle kendileri rol model olmalı, kendi bedenlerine şefkat ve saygı ile yaklaşmalıdırlar. Yargılayıcı bir dil kullanmak yerine kendi bedenimizle kurduğumuz sağlıklı ilişki, farkında olmadan gençlerin de kendilerini nasıl değerlendireceklerini etkiler.
İkinci olarak, gördükleri her şeye inanmamayı, biraz eleştirel yaklaşmayı öğretmemiz gerekiyor. Gençlere sosyal medyada gördükleri içeriklerin filtrelendiğini, oynandığını ve çoğunlukla ticari amaçlarla üretildiğini anlatmak gerekiyor. Onları, gördüklerini sorgulamaya ve içeriklere eleştirel bir gözle bakmaya teşvik etmek, beden algısında gerçekliğe daha yakın bir yerden durmalarını sağlar.
Gerek ebeveynler olarak gerek eğitimciler olarak bulunduğumuz topluluklarda kullandığımız dil çok önemli. Aile içindeki konuşmalarda bedenle ilgili olumlu ya da olumsuz aşırı yorumlardan kaçınmak, görünüşün değil, sağlığın ve iyi oluşun ön planda olduğu bir yaklaşımı yerleştirmek önemli. Eğitmenler de sınıf içinde beden çeşitliliğini kabul eden bir dil kullanarak, öğrencilerin kendilerini değerli hissetmelerine katkı sağlayabilirler.

İrem Wlazlo She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Haziran 2025
Kendi deneyimlerinizden yola çıkarak iyileşme sürecinde en kritik adımın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
En kritik iki adım var bence. Birincisi durumun farkına varmak, gerçeklerle yüzleşip bir rahatsızlığa sahip olduğunu kabullenmek. İkincisi de iyileşmek istemek. İyileşmek, değişmek, bilinmeyen hep korkutucu geliyor bize. Özellikle yeme bozukluklarından iyileşmek. Biz yeme bozukluğunu bir sebepten geliştirdik. Kendi koruyucu kalkanımız, belki bize kontrol hissi veriyor, belki bizi görünür hissettiriyor, belki bizi uyuşturuyor.
Neden ne olursa olsun onun hayatımızda olmasının bir nedeni var. Onu bırakmak, onsuz yaşamak çok savunmasız geldiği için iyileşmekten korkuyoruz. Ben danışanlarımla çalışırken, asla yeme bozukluğumuz canavar, kötü, iğrenç diye konuşmam. O bizim hayatımızda, çünkü kendince bir görevi var, bizi bir şeylerden koruyor. Biz birlikte çalışırken onu, kazma kürekle kovalamak yerine onu anlamaya, onu duymaya çalışırız. Amacımız onu öldürmek, yok etmek değil. Amacımız sağlıklı benliğimizi ortaya çıkarıp, büyüterek o korkmuş tarafımızı yatıştırmak.
Bütün yaptığımız çalışmalar sağlıklı tarafımızı dümene geçirebilmek için. Zaten sağlıklı taraf yeterince güçlendiğinde kontrolü tekrardan ele alacak. Yeme bozukluğuna artık ihtiyaç kalmayacak, görevini kaybedecek ve temel benliğe entegre olacak. İyileşme tamamlandığında kişi artık iki ayrı benlik deneyimlemez. Tekrardan bütün ve tek bir benlik haline gelir.
Son olarak, yeme bozukluğu yaşayan bireylere ve yakınlarına umut verici bir mesajınız var mı?
İyileşmek kesinlikle mümkün. Yeter ki isteyin. Neyi geride bıraktığınıza odaklanmak yerine, olmak istediğiniz, hedeflediğiniz yere odaklanın. Yardım alın.
Birçok kişi benimle birebir çalışmaya başlamaya karar vermeden önce podcastlerimden de çok fayda sağladıklarını söylüyor. Dinlemek isteyenler, Spotify ve Apple Podcastte ‘’Irem Wlazlo’’ veya ‘’antididietfoody’’ yazarak beni takibe alabilirler.

İrem Wlazlo She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Haziran 2025
Ayrıca ınstagram’da @antidietfoody’den ve web sayfamdan www.iremwlazlo.com’dan da bana ulaşabilirsiniz.
İrem Wlazlo Yeme Bozuklukları Koçu
She and Girls İlkbahar 2025 Sayısında Neler Var?
Alegra Benardete: “Nefes ve İyi Yaşam Yolculuğu”
Burcu Kartoz: “Üretkenliği Hayatınıza Odaklayın”
Yasemin Yeni: “Güzellik Dış Görünüşle Sınırlı Değildir”
Aylin Tunç: “Yoga Dini Bir Ritüel Değildir.”
Pınar Yazıcı: “Yaşam Amacınızın İzini Sürün”
Funda Alkan’dan “Güllerim Soldu”
Deniz Çakan: “Doğum Haritası Navigasyona Benzer”
Duygu Altuğ: “Rengine Güven Kuralları Yık!”
Arzu Yazıcı: “Her Eserim İzleyiciyle Bağ Kuruyor”
Merve Akçıl: “Tatlı Tüketerek Kilo Vermek Mümkün”
Aslı Sapmaz: “Yoga Zihni Kontrol Etme Sanatıdır”
Aleyna Aras: “Modellik Bir Sanat Biçimidir”
Özlem Kaptan: “Geçmişin Gölgesinde Yaşamayın”
Aycan Vatansever: “Harekete Geçmeye Hazır Olun”
Elif Melek Dursun Avcı: “Beslenmede Bir Doğru Yoktur”
Didem Yıldırım: “Obeziteyi Hastalık Olarak Kabul Etmeliyiz”
Selde Övgüm Değirmenci: “Doğru Nefesle Güçlü ve Huzurlu Ol”
Elif Sarıkaya: “Aşkın Yusuf Hali”