Kalbinizin Fısıltıları Tesadüf Değildir

Berna Gedik Asal ile “İki Arada Bi Nefes”! Nefes ve Bütünsel Farkındalık Koçu Berna Gedik Asal’ı, kendine özgü şiirsel anlatımıyla tanıtmak istiyorum sizlere. Berna Gedik Asal Nefes Farkındalık Koçu

She and Girls Dergisi, Moda Dergisi, Alışveriş Dergisi.

Instagram Hesabımız


“Nereden başlayacağını bilemiyorsan kalbinin kıpırdadığı yere bak; orası senin yolun. Seni heyecanlandıran, aklından çıkaramadığın, bazen korkutan ama içten içe seni çağıran şey… Gözlerini kapat. Kendini nerede gördüğüne, nasıl bir yerde hayal ettiğine odaklan. Çünkü kalbinin fısıldadığı hiçbir şey tesadüf değil.İçsel dönüşümü zarafetle ifade eden Berna Hanım’a kulak verin. Nerdeyse her şeye güven kaybetmekte olduğumuz bu zorlu dönemde kalbinizin sesine dönün. O size zaten en güzelini fısıldıyor olacak.

Röportaj: Banu Çelik

Berna Gedik Asal She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Aralık 2025

Röportaja başlamadan önce, okuyucularımıza kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Kimdir Berna, nasıl biridir, ne ile ilgilenir?
İlham veren hikâyeler, kahramanlarını daha yakından tanıma isteği uyandırır diye düşünürüm. Bu yüzden kendimi tanıtırken bir hikâyeyi metafor olarak kullanmak istiyorum. Çirkin Ördek Yavrusu masalını birçok kişi biliyordur, eminim. Ben de uzun süre kendini ördek sanan, başkalarının aynasında yansıyan görüntüsüne inanan bir kuğuydum. Yıllarca kendi potansiyelimi göremedim, değerimin farkına varamadım. Ama zamanla anladım ki mesele kuğuya dönüşmek değilmiş; mesele zaten bir kuğu olduğunu hatırlamakmış. Çirkin Ördek Yavrusu masalı belki bize şunu öğretti: “Bir gün gerçekte kim olduğunu anlayacaksın.” Benim hikâyem ise şöyle fısıldıyor: “Bugün olduğun hâlinle zaten değerlisin. Tek yapman gereken bunu kendine hatırlatmak.” Gelelim kahramana…

17 yaşımda yaşadığım ciddi bir sağlık sorunun güçlü darbesi ve görünmez desteğiyle, o günden beri kendi ruhunun dedektifliğini yapan, içindeki labirenti sabırla dolaşan, acı veren deneyimlerin içinden geçmeyi bir oyuna dönüştüren, kendini bol bol kaybeden, sonra aramaya koyulan; bazen bulan, bazen yanılan, ama her iz üzerinde titizlikle duran biriyim. Bir zamanlar konuşmaktan, hatta kendi sesimi duymaktan korkar; sınıfta parmak kaldırmaktan, minibüste ineceğim durağı söylemekten çekinirdim. Şimdi ise kalabalıkların karşısına çıkıp konuşmaktan, eğitimler verip tüm varlığımla yer tutmaktan keyif duyuyorum. 23 yıl farkındalıkla geçen şahsiyet yolculuğum süresince, kendi kodlarımı anlamaya, denklemimdeki değişkenleri yeniden tanımlamaya cesaret eden, kendimi tekrar tekrar doğurmaktan korkmayan, karanlıklarımı saklamak yerine onlarla çalışmayı seçen bir kadın oldum. Dünyayla kurduğum ilişkinin, iletişim aracı yazmak. Yazılarımı Medium platformunda No:111 https://medium.com/@Door.No.111 adıyla paylaşıyorum. Instagramda ise bi.nefes.withbga hesabından paylaşımlar yapıyorum. Dünyada dinlendiğim ve kendime geldiğim yer ise su.

Bugün hala masterlar kategorisinde yüzmeye ve yarışmaya devam ediyorum. Gelelim profesyonel hayatıma… 15 yılı aşkın kurumsal iş deneyimimin son 10 senesini İnsan Kaynakları Eğitim Gelişim alanında, insanların potansiyelini performansa dönüştürmeye, kurumları sürekli gelişen ve öğrenen kültürler haline getirmeye çalıştım. Bugünlerde ise “nefes”i merkeze alarak, birçok farklı odakta tasarladığım atölyelerle hem bireylerin hem de kurumların dönüşümüne katkı sunmaya hazırlanıyorum. Biliyorum ki değişim, “bir gün bir şey olacağız” çabasından değil; zaten olduğumuzu fark ettiğimiz o duru anda başlıyor. Ve insan ancak kendini değerli hissettiğinde, zayıf alanlarına da güçlü olduğu yerler gibi sahip çıkabiliyor. “Olmam gereken kişi olmalıyım” baskısından çıkıp, “şu an olduğum halimle değerliyim” farkındalığına geçmek, insanı savunmadan çıkarıyor. Savunma gevşediğinde ise öğrenme, gelişim ve dönüşüm doğal olarak akmaya başlıyor. Kısacası öz kabul, değişim için önkoşul.

Berna Gedik Asal She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Aralık 2025

Kurumsal şirketlerin çalışanlarına, kişisel gelişim alanlarında çokça eğitimler sunduğunu, onlara yatırım yaptığını görüyoruz. “Bi Nefes” atölyeleri, kurumlara nasıl bir katma değer vadediyor?
Sürdürülebilirlik diyoruz… Bunu doğaya, süreçlere, organizasyonel yapılara uyguluyor; daha az tüketmek, daha verimli çalışmak ve daha sürdürülebilir sistemler kurmak için çabalıyoruz. Ama unuttuğumuz bir şey var: İnsan sürdüremezse, sistemler de sürdürülemez. Tükenmiş, yetersiz, değersiz ve kaygılı hisseden bir zihinle, performans baskısı altında sıkışmış bir bedenle; yüzeysel, hızlı, düzensiz bir nefesle uzun vadede üretkenlikten ve yaratıcılıktan bahsedebilmemiz pek mümkün değil. Nefes, yaşamın en temel ritmi ve bu ritim bozulduğunda, birey kadar kurum da dengesini kaybediyor. Çünkü onların da ritimlerini bozan anlar, enerjilerini düşüren olaylar ve duygusal tepki verdikleri durumlar oluyor. Nefes, bir yaşama ve canlılık hâli. Bu akışı gözlemlemek hem bireysel hem de kolektif düzeyde nerede tıkandığımızı ya da nerede genişlediğimizi fark etmemizi sağlıyor. Bugün tükenmişlik bireysel değil, kurumsal bir mesele. Diğer yandan, kendi içsel yolunu, tutkusunu ve anlamını bulamayan; nefesine, yani öz kaynağına ulaşamayan kişiler için çalışma hayatı çoğu zaman bir rutine dönüşüyor. Bu durumda potansiyel performansa dönüşemiyor ve verimlilik yerini sadece zaman tüketimine bırakıyor.

“Nefes”in tüm çalışmalarınızın merkezinde yer aldığından bahsettiniz. Peki, nefes sizin için tam olarak ne ifade ediyor?
En basit hâliyle, nefes almak hayatta olmaktır. Nefessiz kalmak ise yaşamla bağımızın kesilmesidir. Bazen farkında olmadan nefesimizi tutarız, bazen de kesik kesik nefesler alırız. Her an sakin ve tam kapasite nefesler alıp vermek şüphesiz pek mümkün değil. Diğer taraftan, nefesimiz kronik bir şekilde sığ ve düzensizse, işte o zaman “ne var ne yok” misali yaşarız: Bir şeyler içimize bir türlü sinmez ya da ne yapsak yetmez… Yaşadığımız duygusal kayıtlar yalnızca birer hikâye değildir; kas hafızasında, nefes paternlerinde ve sinir sistemimizin öğretisinde saklıdır. Çalışmalarımda üç ayaklı denklemin ilki ve merkezi nefestir. Diğer iki ayak ise bedenle yeniden bağ kurmak, yani sinir sistemini dengeye getirmek ve zihinde şefkatli bir içsel diyalog geliştirmektir. Düşünceler zihinde dolaşır, duygular ise bedende saklanır. Duygular bedeni kilitlediğinde, zihin de donar. Bu yüzden yalnızca düşünceyi yönetmek, bedende donmuş enerjiyi çözmez. Beden ve zihin ancak birlikte iyileşir. Nefes ise, bedenimizle en hızlı iletişime geçmenin yoludur. İnsan, nefesiyle buluşmadan, onun sesini duymadan, ritmini anlamadan egzersizlere geçtiğinde dönüşüm yüzeyde kalır. Temeli zayıf bir binayı süslemek gibidir bu. Nefes yalnızca teknik bir araç değildir; bağ kurulan, hissedilen, içine girilen bir süreçtir. Ve son olarak şunu özellikle vurgulamak isterim: Benim çalışmalarımda nefes, sadece ruhsal ya da psikolojik bir araç değildir; sinir sistemi biyolojisiyle doğrudan ilişkili bir regülasyon mekanizmasıdır.

Berna Gedik Asal She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Aralık 2025

Atölyelerinizde ve bireysel çalışmalarınızda, katılımcılara hangi yöntemlerle, nasıl bir alan açıyorsunuz? Ve sizin için “gerçek dönüşüm” ne demek?
“Şifa verebilmek için, yaralanmak yetmez, yaralarına cesaretle bakabilmek gerekir” derler. Ben de ancak içinden geçtiğim şeyleri paylaşabiliyorum. Herkesin yolu, zamanı ve dönüşüm biçimi kendine özgü. Bazen bir kelime, bir nefes, bir an her şeyi değiştiriyor; bazen de hiçbir şey olmuyor. Bu da çok insanca. Çünkü herkesin yolculuğu bambaşka. Ve kimsenin hikâyesini yargılama, eleştirme ya da değerlendirme hakkımız yok.

Atölyelerime her zaman iki temel kabulle başlıyorum:
Birincisi, herkesi olduğu gibi kabul edebilmek. Neden diye sormadan, suçlamadan, beklentilerle yormadan… Herkese filtresiz bakabilmeli insan. Hepimizin yapabildiği ve yapamadığı şeyler var. Doğadaki her canlının döngüde bir yeri olduğu gibi, her insanın da varlığının kendine özgü bir anlamı var.
İkincisi, herkesin senin hikâyene etkilerini olduğu gibi kabul edebilmek. İyi ya da kötü… Çünkü bu da senin hikâyen. Ve sen ancak parçalarınla bir bütünsün.
Ben “zorlu duyguları yok sayalım, üzerini pozitiflikle kaplayalım, hemen iyi hissedelim” yaklaşımında biri değilim. Kişisel dönüşüm benim için anlık iyi hissetme çabası değil, derin bir iyileşme yolculuğu. Benim duruşum, acıdan kaçmak ya da stresliyken nefes alıp sakinleşip sonra aynı döngüye geri dönmek değil. İşin derinlerine inmeyi; bazen canın acısa da gerçekten iyileşmeyi seçenlerdenim. Acıyı ne yüceltiyorum ne de romantize ediyorum. Ama biliyorum ki, gerçek dönüşüm, insanın kendi karanlığına da bakmayı göze aldığı yerde başlıyor. Sürekli iyi hissetmeye odaklandığımızda, diğer tüm duyguları bastırıyoruz. Oysa onların her biri bu hayata ve insan olmaya dair. Hızlı çözümler, mucize yöntemler ya da birkaç günde değişim vaat etmiyorum. Bunun gerçekçi olmadığını çok iyi biliyorum. Benim yolum belki biraz daha uzun, biraz daha derin ama her günü daha umutlu, keyifli ve daha inandırıcı. İnsan kendisi için her gün küçük bir adım attığında, birkaç yıl sonra kim olacağını tahmin bile edemiyor. İşte hayalini kurduğumuz dönüşüm bu olmalı. Yol, şüphesiz destekle daha kolay ve güzel yürünüyor. Ama içinden, herkesin kendisinin geçmesi gerekiyor. Tıpkı kimsenin bir başkası için nefes alamayacağı gibi… Bu yüzden, gerçekten dönüşmek isteyenlerle birlikte yürüyorum.

Berna Gedik Asal She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Aralık 2025

Sizin gibi “içsel dönüşüm yoluna çıkmak isteyen” ama nereden başlayacağını bilemeyen kadınlara tek bir öneri verseniz… o ne olurdu?
Bir şeyin hayalini kurabiliyorsan, o senin yaratımındadır. Çünkü biz, aslında zaten içimizde olan şeyleri arzulayabiliyoruz. Her istek, bir nevi potansiyelimizin bize seslenişi… Nereden başlayacağını bilemiyorsan kalbinin kıpırdadığı yere bak; orası senin yolun. Seni heyecanlandıran, aklından çıkaramadığın, bazen korkutan ama içten içe seni çağıran şey… Kendini bulmak, dışarıda bir yer aramak değil; içindeki o sesi duymaya gönüllü olmaktır. Küçük bir adım bile yeter çoğu zaman; bir nefeslik cesaret, bir dürüstlük anı… Dönüşüm büyük kararlarla değil, iç sesini dinlemeye başladığın o ilk anda gelir. Gözlerini kapat. Kendini nerede gördüğüne, nasıl bir yerde hayal ettiğine odaklan. Çünkü kalbinin fısıldadığı hiçbir şey tesadüf değil.

“Kendini hatırlamak” kavramından bahsettiniz. Unutmak ve hatırlamak arasındaki bu yolculuk sizin için ne anlama geliyor?
Biz, çoğu zaman kendimizi unutarak büyüyoruz. Toplumun, ailenin, kurumların “doğru” dediği şeylere uymak için doğallığımızı, sezgimizi, özgün ritmimizi bastırıyoruz. Bu unutma, “Ben kimim?” sorusunun cevabını dışarıda aramamıza neden oluyor. Ve kim olduğumuzu unuttuğumuzda, neyi neden yaptığımızı da kaybediyoruz.
Bu hem birey hem de kurumlar için geçerli: Birey kendi özüne yabancılaştığında sadece rolleriyle yaşamaya başlıyor; kurum da kendi anlamını unuttuğunda sadece yaptığı işlerle var oluyor.
Kendini hatırlamak, içsel bir durma ve dinleme anıdır. Sürekli “yapan” hâlden, “olan” hâle geçmek… Bu an nefesle, farkındalıkla, sessizlikle başlıyor. Ve zihin sustuğunda, öz duyulmaya başlıyor: “Ne istiyorum? Ne beni canlı hissettiriyor?”
Bu fark ediş, birey için içsel toparlanma ve yön bulma, kurum içinse yeniden “neden varım?” sorusuna dönüşüyor. Kendini hatırlayan insan, alışkanlıktan değil, bilinçten hareket ediyor; böylece yaşamında dengeyi ve anlamı buluyor. Kendini hatırlayan kurum ise sadece hedef değil, hikâye sunuyor; sayılar kadar değerleriyle de var oluyor.
Hayatın her aşaması, aslında kendimizi hatırlamamız için karşımıza çıkan alanlardan oluşuyor. Kimi zaman bu alanlar zorluk gibi görünüyor, kimi zaman da bir dönüm noktası… Ama hepsinin ardında aynı davet var: “Gerçekten ben kimim, neyi yaşamak istiyorum?”
Kendini hatırlamak bazen bir soruyla, bazen bir kayıpla, hastalıkla, bazen de içimizdeki korkuyla başlıyor. Korku duygusu, aslında çoğu zaman hatırlamanın eşiği oluyor. Sizi hem en çok korkutan hem de en çok heyecanlandıran şey, genellikle kendi potansiyelinizin kapısını aralamanıza vesile oluyor. Oraya dokunduğunuzda ise, aslında yaşamın sizden ne istediğini de hatırlıyorsunuz. İşte insanın kendi merkezinde yaşamasının gerekliliği tam da buradan doğuyor.

Berna Gedik Asal She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Aralık 2025

Zorlayıcı duygularla nasıl çalışıyorsunuz? Atölyelerinizde bu konuya nasıl bir yaklaşım sergiliyorsunuz?
Atölyelerimde temel aldığım yaklaşım, zorlayıcı duyguların veya içsel krizlerin bizi tanımlamadığıdır. Ben, bizi sarsan yanlarımızı “kendi depremlerimiz” yani “acil durumlarımız” olarak tanımlıyorum. Hiç istemediğimiz anlarda gelen, dengemizi bozan, bizi sarsan depremler… Kaygının, öfkenin veya aşırı düşünmenin altında ezilmek, bazen gerçekten de kolay olabiliyor.
Ve herkesin depremi kendine özgü… Çünkü acil durumlarımız; duygularımız, düşüncelerimiz ve inançlarımızla sıkı sıkıya bağlı. Ve bu dünyada bizim gibi düşünen, hisseden ve inanan başka biri daha yok.
Benim yöntemimin temel önermesi şu: İçsel durumlarımızı, dışsal bir olay gibi ele almayı başarabilirsek, onları kendimizle özdeşleştirmek yerine bir duruma hazırlanma bilinciyle yönetebilir, üzerinde oynayabilir ve istediğimiz şekilde geliştirebiliriz. Yani duyguların içinde kaybolmak yerine, onları gözlemleyip yönlendirmeyi öğrenebiliriz.
Düşünmek inanmaya çalışanın işidir. İnanmaya başladığımızda, düşüncelerimiz de susar. İnanmak için ise görmek gerekir: bir adım, ufak bir başarı, dünden iyiye gidiş… Ve bunu da ancak eyleme geçerek deneyimleyebiliriz. Bilinçaltı, tekrar, deneyim ve duygu yoğunluğu ile yeniden programlanabilir. İşte bu noktada ben devreye giriyorum: Katılımcılara acil durum planı oluşturma ve tatbikat yapma alanı açıyorum. Çünkü tatbikat yapmazsa insan, acil durumlarında yine yerle bir olabiliyor. Yani kriz anında değil, öncesinde sinir sisteminin tolerans penceresini genişletmek esas iş. Biz atölyelerde bunu birlikte deneyimliyoruz; güvenli bir alan sağlıyoruz ki, her kişi kendi depremini yönetmeyi, kriz anlarında dengede kalmayı öğrenebilsin.

Berna Gedik Asal She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Aralık 2025

Kendini gerçekleştirme çağında yaşıyoruz; ama bazen bu süreç bizi birbirimizden uzaklaştırıyor sanki. Siz bu dengeye nasıl bakıyorsunuz?
Ben olmaya çalışırken bazen ‘biz’i, yani birliği unutuyoruz. Elbette kendi yolculuğumuzu yapmak çok kıymetli; ben de insanın kendini bulmasını, kendiyle bağ kurmasını çok önemsiyorum. Ama bu yolculuk öyle abartıldı, öyle yanlış yönlendirildi ki artık kendimizi bütünün içinde değil, bütünden ayrı bir yerde aramaya çalışıyoruz. Ve işte orada kayboluyoruz. Biz ancak bütünün içinde anlamlıyız. Takdir edilmeyen bir başarının tatmini sizce mümkün mü? Ya da kimsenin olmadığı bir dünyada yaşamayı kim ister? Diğer bir önemli konu ise güven. “Ben” ile “biz”i dengede yaşayabilmek çoğu zaman ancak güvenle mümkün oluyor. Bugün insanların birbirine güveni azaldı; herkes diken üstünde. Sürekli tetikteyiz; bedenimiz, nefesimiz bile bunu hissediyor. Çünkü güven ve güvenlik, en temel ihtiyacımız. O olmadığında ne kendimize ne birbirimize ne de hayata tam olarak teslim olabiliyoruz. Ve belki de tam bu yüzden, benzer deneyimleri yaşayan insanların oluşturduğu bir topluluk çok kıymetli. Çünkü iyileşmek, çoğu zaman yalnız başına değil, şefkatle birbirini tutan bir çevrenin içinde mümkün oluyor.

Kendini geliştirme yolculuğunuzda, size en çok yardımcı olan pratikler veya ritüeller neler? İçsel dengeniz için başvurduğunuz yöntemlerden biraz bahseder misiniz?
3 önemli ilacım var diyebilirim:
İlki: Birine ihtiyaç duyduğumda, ilk önce kendi elimi tutuyorum. Ciddi ciddi, fiziken… O an varlığım bana güven veriyor.
İkincisi: Kendimde kaçtığım, bir türlü sevemediğim her şeye yakınlaşıyorum. Onlara şefkat gösteriyor, varlıklarını anlamaya çalışıyorum. Sonra onları birer parçam olarak kabul edip, bağrıma basıyorum. İşte o zaman kendimi gerçekten sevdiğimi, kendime sahip çıktığımı ve bütünlüğümü kucakladığımı hissediyorum. Ve bunu unuttuğum her an tekrar ediyorum.
Üçüncüsü: Nefesim. İhtiyaç anlarımda, içinden çıkamadığım durumlarda kendime sorarım: “Şu an ne için, kim için, hangi duygunun devamı için nefesimi harcıyorum? Ve bunu gerçekten istiyor muyum?” Ben nefesimle, aslında onu tuttuğumu fark ettiğim anda tanıştım. Nefesimizi tutuyoruz çünkü bazı anları yaşamak istemiyoruz, zorlanıyoruz ya da duyguların içinden geçmeyi bilemiyoruz. Üstesinden gelemeyince de çözümü nefesimizi durdurmakta buluyoruz. Bu yüzden bir şeyler ters gittiğinde hemen nefesime döner, onunla sohbet ederim.

Berna Gedik Asal She and Girls Dergisi Kapak Röportajı Aralık 2025

She and Girls okuyucularına son olarak iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Güzel, yakışıklı, akıllı, başarılı olmak zorunda değilsin. Ama kendini beğenmek ve sevmek zorundasın. Hem de her halinle… Bu yüzden, kendine ve hikâyene sahip çık; çünkü senden başka kimse bunu yapamaz. Ve unutma; hayatında kahraman olabileceğin tek hikâye bu.
Tarkan’ın çok sevdiğim bir şarkısıyla tamamlamak isterim bu keyifli röportajı: “Geldiğimiz gibi gideceğiz sonunda. Ne gün dolar vademiz orası muamma. O zaman kaçırmadan treni yakalamalı mutlaka. O zaman alıp göze her şeyi yaşamalı doyasıya…”

Instagram: @bi.nefes.withbga

She and Girls Sonbahar 2025 Sayısı Çıktı! She and Girls Sonbahar 2025 Sayısını ÜCRETSİZ indirerek okuyabilirsiniz!

Berna Gedik Asal Nefes Farkındalık Koçu

She and Girls Sonbahar Sayısı 2025 Sayısında Neler Var?

Nino Tsivadze: Gayrimenkulde Güçlü Adımlar

Yasemin Fazlılar: “Hayallerinizi Cesaretle Sahiplenin”

Selen Erdoğan Özdemir: Diş Estetiğinde Yenilik

Özge Özler: Kıbrıs’da Yeni Adresinizi O Bulur

Melike Gürçay: “Yoga Holistik Yaklaşım Gerektirir”

Jupiterinkızıemelce: “Astroloji Kehanet Değildir”

Esra Ünlütürk: “Güzellikte Fark Yaratıyoruz”

Elif Akyasan Kahraman: “Duygular Kalıcı Değildir”

Dilek Coşkun: “Nefesle Kendinizi Hatırlayın”

Göksen Tosuner: İç Anadolu’dan Dünyaya Uzanan Sanat Öyküsü

Derya Eryılmaz: “Her Şey Enerjidir”

Gonca Birgili Koçer: “Yıllarca Taşıdığınız Yükü Atın”

Sena Dadandı “İçsel Gücünüzü Keşfedin”